Translate

Yüzüğün Yok Edilişinden Sonra Ne Oldu?

Yüzüğün Yok Edilişinden Sonra Ne Oldu?


Aragorn(Elessar), Yüzük Savaşlarından sonra Arwen ile evlendi ve 1 erkek 2 kız çocuğu oldu. Ölümü, 4. Çağın 120. yılında geldi o zamana kadar Arnor ve Gondor'u büyük bir başarıyla idare etti.
Büyücü Gandalf, 3021 yılında Orta Dünyayı terk etti.
Elf Legolas, Yüzük Savaşlarından sonra Ithilien'de bir Elf kolonisi kurdu ve oradan ayrılana kadar oraya liderlik etti. Aragorn'un ölümünden sonra ise Orta Dünya'dan ayrıldı.
Cüce Gimli, Yüzük Savaşlarının ardından Miğfer Dibindeki Parıldayan Mağaraların(Glittering Caves) lordu oldu ve Aragorn'un ölümünün ardından Legolas ile birlikte Orta Dünya'dan ayrıldı.
Hobbit Frodo, Yüzük Savaşlarının ardından Gandalf ve Elflerle birlikte Orta Dünya'yı terketti
Hobbit Sam, Yüzük Savaşlarından sonra Shire'da Gülpamuk ile evlendi ve çocukları ile mutlu bir şekilde yaşadı.
Hobbit Pippin, Shire'daki Bywater savaşında dövüştü.Hayatının kalanını geçirmek üzere Merry ile Gondor'a gitti ve ölünce Aragorn'un da gömülü olduğu Kral Mezarlığına gömüldü.
Hobbit Merry, Shire'daki Bywater savaşında dövüştü. Estella Bolger ile evlenerek babasından Brandybuck bölgesinin yöneticiliğini devraldı.Daha sonra hayatının kalanını geçirmek üzere Rohan'a gitti ve sonrasında Aragorn'un da gömülü olduğu Kral Mezarlığına gömüldü.
Faramir, Eowyn ile evlendi ve Ithillienin lordu, Gondor'un ise Kral vekili(Vekilharç) oldu.
Rohan Beyi Eomer, Dol Amroth Prensesi Lothiriel ile evlendi ve Elfwine adında bir oğlu oldu. Rohanı çok iyi yönetti ve getirdiği bolluk ile barış nedeniyle ona Eadig, yani kutsanmış denildi.
Yüzük Savaşlarından sonra Elflerin çoğu Orta Dünyadan ayrıldı. Arnor Krallığı yeniden kuruldu ve Gondor ile birleşerek eski güçlü krallık, Birleştirilmiş Krallık adıyla yeniden canlandırıldı.
Orta Dünyadaki son Elflerde Ölümsüz Topraklar'a gidince, Ölümsüz Topraklar göğe yükseldi ve Orta Dünya ile tüm bağlantısı kesildi böylece dünya şimdiki halini aldı.
Sam'in söylediği gibi olaylar hakkında şarkılar yapıldı ancak Shire'da dünyadan bir haber yaşayan Hobbitler Yüzük Savaşlarından habersiz kaldı.
Tüm Nazguller yok oldu ve Mordor'a bir daha kimse gitmedi.
Harad ile Gondor arasında küçük savaşlar yaşandı ancak bunların hepsini Gondor kazandı.
Kadın Entler kaybolduğu için Entler(Kadın Entler ve Entler hakkındaki yazımız için tıklayınız!) 4. çağın sonlarına doğru yok oldular.
Orklar küçük gruplar halinde yok edildiler ve bunların yaydığı kötülük Orta Dünya'dan arındırıldı.
Ve Orta Dünya Melkor'un başlattığı ve Sauron'un devam ettirdiği kötülükten sonsuza kadar(yoksa?) kurtuldu.
Gondolin'in Düşüşü

Gondolin'in Düşüşü


Morgoth, tüm gücünü ve kaynaklarını Saklı Şehrin yerini bulabilmeye harcıyordu ve ajanları da, Kuşatan Dağların sardığı diyarlarları, Morgoth’ un delip geçebilmesi için sürekli araştırıyorlardı. Zamanla Nargothrond düştü, böylece Noldor’ un elinde kalan son kudretli kale de Gondolin oldu. Maeglin’ in şehre davetsiz gelişiyle şehir, yok oluş yolunda ilerlemeye başladı.

Ve Gondolin’ in güvenliğini sarsacak ilk rüzgâr gelip çattı. Bir zamanlar Morgoth tarafından esir alınan Hurin, esir alışının yirmi sekizinci yılında yani 500de serbest bırakıldı.

Hurin Kuşatan Dağlar’a çıkıp 501’e kadar Saklı Yol’ un girişini aradı. Sonra, bir kartalın onu alıp Gondolin’e götürmesi umuduyla yine Kuşatan Dağlar’ın eteklerinde dolaştı, ama Turgon şehirde yaşayan halkını düşündü ve endişelendi. Haklı olarak Morgoth’ un ona bir şeyler yapmış olmasından (bir nevi Morgoth’ un casusu olmasından) korkuyordu, iyi niyetten uzak bir durumun içindeydi. Hurin kendisine yardım gelmediğini görünce meşhur çığlıklarını attı: 

“Turgon, Turgon, Serech Bataklıklarını hatırla! Ey Turgon, saklı salonlarından sesimi duymayacak mısın?”

Çığlıklar, Morgoth’ un hizmetkârları tarafından duyulunca şehrin yükseldiği genel bölgenin yeri ortaya çıktı. Morgoth böylece, ajanlarına aralıksız izlettiği bu bölgelerde aslında Gondolin’ in yattığını öğrendi. Hurin ise geri döndü, acı ve bozgunluk içinde...

Ama Kartalların sürekli tetikte olması, Gondolin’ in yerinin kesin olarak tespit edilemesine izin vermedi. 

Tuor da Maeglin gibi şehre kabul edildi. Yabancılara karşı her zaman çok dikkatli olan Turgon, bu sefer aslında Tuor’un şehrin yıkılışına kadar kalmasına izin vermişti. Tuor Gondolin’ de kaldığı süre boyunca Turgon’ un beğenisini kazandı. Zaman içinde kızı Idril’ le birbirlerine âşık oldular ve 502’de de evlendiler. 
Bir İnsan ile bir Elfin evlenmesi çok çok nadir bir olaydı, ama Turgon, Tuor’u oğlu gibi seviyordu ve kızının da onu tüm kalbiyle arzuladığını görünce birlikteliklerini onayladı. Maeglin ise Tuor’dan nefret etti ve yıllarca sevdiği ama kendisi yerine Tuor’u seçen Idril için kinle doldu. Aradan geçen bir yılda oğulları, Güzel Earendil doğdu. (Birinci Çağ 503)

Tabii her şey o kadar güzel gitmiyordu çünkü Morgoth, bir casus ordusu kurmuş ve şehri kesin olarak bulmaları için bölgeye yollamıştı. Kaçış Yolu’nu, esir aldıkları bir Noldor’un yardımıyla buldular. Yol için yapılan koruma büyüsünü de geçtiler. Bu casusluk haberleri, Turgon’un kulağına geldi ve Turgon, Gondolin e gelecek felaket için hazırlanmaya başladı. Idril Tuor’u, evlerinden Tumladen Vadisi’ne kadar gidecek gizli bir tünel inşa etmek konusunda cesaretlendirdi. Idril artık hiçbir şeyin barış içinde kalmayacağını ve kötü şeyler olacağını öngördü ve sevmediği kuzeni Maeglin de ortalarda yoktu. Tüm bunlar Tuor’u, Amon Gwareth in kayalıklarının zorluğuna rağmen tünelin inşaatına başlamaya itti. 

Idril’in tavsiyeleriyle tünel, Maeglin civarda casusluk yapan Orklar’ın eline düşene kadar hızla yerine inşa edildi.

509 civarında Maeglin, Turgon’un emirlerine karşı gelmiş ve metal cevherleri aramak için Kuşatan Dağlar’ın dışına çıkmıştı, ama Orklar onu kaçırdı ve Angband’ a götürdü.

Maeglin hayatı karşılığında onlara Gondolin hakkında tüm bildiklerini anlatmayı teklif etti ve Orklar da kendilerine önceden emredilmiş olanı yapıp Maeglin’i, vereceği bilgilerin değerini bilecek olan Morgoth’ a getirdiler. Morgoth Maeglin’in anlattıklarından çok memnun oldu ve birlikte Gondolin’i ele geçirme planı bile yaptılar ve Morgoth ona, eğer Tuor ile Earendil’i öldürürse Idril’i ve Gondolin’in kendisi adına hükümdarlığını ona bırakacağına dair bir söz verdi. Maeglin’in bildiklerine uyarak, demircilerine ve büyücülerine; aşılmaz yer şekillerinden geçecek ve Ork taburlarını Tumladen açık alanından şehre kadar güvenle getirecek sahip olduğu ejderlere benzeyen demirden canavarlar yapmalarını emretti. Bahsi geçen bu canavarlar, “Büyük Son” a kadar hiç görülmemişlerdir. 




Maeglin hiçbir kuşkuya meyil vermeden hemen şehre geri döndü ve kimse onun nerede olduğunu bilemedi. Morgoth’un korku gölgeleri üzerine düşmüş ve işkence görmüş olmasına rağmen öncekinden daha mutlu ve hafiflemiş bir haldeydi. Bu iyice değişmiş olan Maeglin, sadece Tuor ile Idril’in dikkatini çekti. Idril’in şüpheleri, Maeglin şehre dönünce iyice arttı, ama Maeglin saklı tünel hakkında, söylentiler dışında hiçbir şey duymadı. Ayrıca Morgoth da, Turgon ve Gondolin Halkı’nı gözetleyen ve ona Gondolin’in zapt edilmezliğini haber veren casuslarını zayıf korunan dağlar üzerine çekip saldırıyı başlatma kararı verdi. Bunlar sırasında Earendil yedi yaşındaydı. 

Kıyametleri geldiğinde, Gondolindrim, Tarnin Austa festivalini kutluyordu. Tarnin Austa ya da Yazın Kapıları olarak bilinen bu festival, Gondolin’de yazın ilk günü kutlanır. Bu dinsel tören, gece yarısından gün doğumuna kadar sürer. Gün doğumuna kadar hiç kimse konuşmaz. Ama doğan güneşle birlikte herkes, kurulan korolarla birlikte doğu surları üzerinde antik şarkıları söylemeye başlar. Festival boyunca şehir gümüş lambalarla doldurulur ve yeni yapraklanan ağaçların arasından mücevherî renkler etrafı kaplar. 

Güneşin batmasıyla tüm halk, günün bitmesini görebilmek için dışarıya akın etti. Bu sırada kuzeyde ise, dağların üzerine düşen karlar kan gibi bir kızıllığa bürünmüştü. İşte Morgoth’un süvarileri bu anda vadiye girdi.

Turgon savaş meclisini topladı. Tuor şehirden çıkılıp düşman üzerine gidilmesini savunuyordu ama Maeglin ve (ona dalkavukluk eden) Salgang Turgon’u, şehirde kalmaya ikna etti. Meclis böylece dağıldı ve Gondolin halkı ile Gondolindrim’in On İki Ailesi savaşa hazırlanmaya başladı.

Savaş artık tamamen başlamıştı. Morgoth’un orduları, Gothmog’un emrinde Tumladen ovasını geçip Turgon’un savaş makinelerinin menziline girdiler. Makineler, okçu aileleri olan Cennetin Kemeri Evi ve Kırlangıç Evi’yle destekleniyorlardı. Ailelerin ve okçuların bütün çabaları ordunun ilermesini yavaşlatmadı. Birlikler şehre vardı ama Amon Gwareth’in kenarları keskin, yüksek kayalıklardı ve Morgoth’un canavarları buraya tırmanamazdı. Gothmog o yüzden Kuzey Kapısını kuşatma altına aldı, Morgoth’ un surları mahvetmesi için dövdürdüğü demirden canavarlarını kullandı. Canavarların huysuzlanması, Ork taburlarını zora düşürdü. Galdor ve Rog, askerleriyle onları durdurabildiler.

Maeglin bu sırada planlarını gerçekleştirmeye karar verdi ve kendi ailesini de alarak Tuor’un bulunduğu güney surlarına gitti. Surlara ulaştığında Earendil’i aşağı atmaya çalıştı ve Idril’i de alıp söylentilerini duyduğu gizli yolu kullanarak harabe haline gelen şehirden kaçmaya niyetlendi, ama o an Tuor yetişti ve Earendil’i atmak üzere olan Maeglin’e engel oldu. 

Tuor büyük çığlıklar attıktan sonra Köstebek Evi ile Kanat Evi arasında çatışma başladı. Çatışmanın ortasında Tuor karısını ve oğlunu kurtarıp Maeglin’i surların aşağısına itti. Maeglin böylece öldü, Tuor ise Udril ve Earendil’i, Voronwe ile kendi evinden bir grup savaşçının korumasına bırakarak kalan birlikleriyle savaşa ilerledi. Balrogların da savaşa dâhil olmasıyla kapıdaki çarpışmalar iyice azdı. Duilin ve Penlod katledildi, ama Rog, kendi güçlerini toplayıp cesaretlendirdi ve karşı saldırıya geçti. Düşmanları püskürterek geriye sürdü, böylece savaş Gondolin’den Tumladen’e kaydı. Gerçi bu Rog’un öldürülmesine engel olamadı, Rog Evi ile birlikte şehirden koptu ve düşman ordusunun ortasında kalarak yok edildi. Tabii savaş devam ediyordu, Morgoth’un birlikleri batı surları üzerine yeni bir saldırı yaptı. Ejderler de Amon Gwareth yolunu temizleyerek saldırıyı desteklediler ve sonunda surlara dayanıp gedikler açmayı başardılar. 



Ordular şehre doluşmaya başladı ama Tuor Kanat Evi ile ve Ecthelion da (başta savaş dışında yani yedek kuvvet olarak saklanıyor) Pınar Evi ile onları karşılamaya hazırdı. Bunları izleyen savaşta, Ecthelion ve Tuor Ork komutanlarını Balrogları birer birer öldürürken kudretlerini kanıtladılar. Ama bir Balrog’ un kırbacı Ecthelion’ un sol kolunu yaraladı. Sonra büyük bir ejder belirdi ve Ork, Elf tanımadan herkesi çiğnemeye başladı. Tuor da Ecthelion’u alıp geri çekildi.

Ve yavaş yavaş tüm aileler Kralın Meydanı’na çekildi. Kalan liderler ise; Turgon, Tuor, Ecthelion, Galdor, Egalmoth ve Glorfindel’di. Gondolindrim burada son savunmasını yaptı, kurdukları barikatlar düşman tarafından dağıtıldı ve ordular Meydan’a girdi. Gothmog Ecthelion ile çarpıştı, Ecthelion miğferindeki elması saplayarak onu yenebildi ama Gothmog’un beraberinde Kralın Pınarı’na düştü. Her ikisi de sularda boğuldu. 

Savaş Turgon’un gurunun ne kadar anlamsız olduğunu gösterdi ve Kâhin Amnon’ın sözlerini mırıldandı:

“Gondolin’ in Düşüşü, büyük olacak.”

Noldor Kralın Kulesi’ne kadar çekildiğinde, Turgon Ulmo’nun öğütlerine uymadığı için çok pişmandı. Tacını bir kenara atıp, Gondolindrim’ in Tuor’ u izleyerek şehirden kaçmalarını emretti. Turgon ise kulesinin en yüksek yerine tırmandı ve haykırdı: 

“Noldoli’nin Zaferi büyük olacak.”

Orklar ona güldü, bu cümlesiyle alay etti. Sonra Turgon'un kulesi de yerle bir oldu. 

Meclis de Tuor’un yanındaydı, Tuor onları Idril’in inşa ettirdiği gizli tüneli gösterdi.

Bu seçenek onlara en iyisi olarak göründü ve Gondolin halkı bulabildiği ilk yerden kaçmalıydı. Tuor onları Saltanat Yolu’ndan güneye götürdü. Akan Suların Yolu’nu geçip kendi evinin yükseldiği Gar Ainion’a geldiler.

Burası Idril ile Tuor’un düğünlerinin yapıldığı yerdir.

Tuor Idril’i buldu ama Earendil ortalarda yoktu ve onun ölmüş olmasından korktu. Sonra onları koruyan Glorfindel ve onun Evi’yle birleşerek Akan Sular’ın aşağısı boyunca ilerledir ama Ejderler ve Orklar onları takip ediyordu.

Şehrin kuzeyindeki ovaya indiler ova, yanan Gondolin’den gelen dumanlar ve şehrin pınarlarından akan sularla doluydu. 

Ejderlerin ateşleri yüzünden sıcak olan tünele girdiler, uzunluğuna rağmen çıkışına kadar gelmeyi başardılar. Çalılıklara gizlenerek de takiplerindeki düşmanları atlattılar. Sonra Tuor, kaçan halka Kaçış Yolu’na göre daha güvenli olan yakınlardaki Cristhorn’dan geçmeyi önerdi. Burada bir bölünme yaşandı çünkü Kaçış Yolu’nu kullanmak isteyenler de vardı. O yoldan gidenleri bir Ejder yakaladı ve hepsi katledildi. Karanlığın içinden şafak yükselirken, Tuor’un grubu da Legolas’ın rehberliğinde ovanın karşısına geçti.

Gondolin’li Legolas, Gondolin’de yaşayan bir Noldor Elfidir. Ağacın Evi’ nin bir üyesi olarak, Galdor’un keşif için kullandığı bir askerdir. Keskin gözleri ve dağlık alan hakkındaki bilgisi sebebiyle, Gondolin’in Düşüşü’nden kaçanlara önderlik edip Cristhorn’a kadar kılavuzluk etmesi için seçilmiştir. 

Kuyutorman’lı Legolas ile bir bağlantısı yoktur. Her ikisi de “Yeşil yaprak” ismini taşır ki bu sadece isimlerinin bir tercümesidir. Tolkien’in, önceki hikâyelerindeki isimlerde de olduğu gibi, bunu da sonradan kitaplarından çıkarmış olması muhtemeldir. Ya da Kuyutorman’lı Legolas’ın, antik zamanların bu kahraman Elfi anısına Legolas olarak isimlendirildiği de düşünülebilir. 

Ama geriye dönüp baktıklarında, kurt binici Orklardan kaçan altı adam gördüler. Tuor adamlardan birisinin kucağındaki çocuğun Earendil olduğunu fark etti. Hemen elli adam alıp oğlunu kurtarmaya gitti. Sonunda Orklar yok edildi ve Earendil de ailesinin yanına getirilmiş oldu.

Tuor’un liderliğindeki şehirden ayrılanlar, Kartalların Yarığı’na gidebilmek için Kuşatan Dağlar’a tırmandılar. Uçuruma bakan dar geçitten ilerlemeye başladıklarında, Orklar ve arkalarındaki Balrog’un saldırısına uğradılar. Düşman şehirden kaçılmasını engellemek için geçide pusu kurmuştu. Glorfindel Balrog’un önünü kesti ve aralarında bir çarpışma başladı.

Glorfindel baltasıyla Balrog’un kolunu kesip onunla boğuştu, ama uçurumun kenarındalardı ve Balrog ağırlığını kullanarak altlarındaki kayanın kopmasını sağladı, ikisi birden derin uçuruma düştüler. Ardından Kartallar gelip Orkları dağın diğer tarafına püskürterek kaçanları kurtardılar. Ve Glorfindel’in vücudunu yükseklere taşıyıp Gondolin harabesinden kaçanları kurtarmakla meşgul olmalarına rağmen onun için bir mezar yaptılar. 

Böylece hayatlarını kurtaran Gondolin Halkı, bir diğer düşman eline düşmüş diyar olan Doriath’dan gelen mültecilerle birlikte Sirion Limanı’na yerleşti. Tuor ve Idril 525’te Batı’ya yelken açtı.

Yanındaki tüm insanlar arasından sadece Tuor’a ölümsüz Elf hayatının bahşedildiği söylenir. 

Earendil burada Doriath’dan gelen Elwing ile evlendi. Elrond ve Elros isimli iki çocukları oldu. 

Sonra da, Morgoth’u durdurabilmek için Valar’a başvurmaya karar verdi. 

542 civarında Ölümsüz Diyarlar’a vardı. Valar da onun yardım çağrısını, Orta Dünya’daki Elflerin ve İnsanların adına dinledi. Morgoth’un mahvedilmesine hükmeden Valar, orduları başında Öfke Savaşı’na katılarak Morgoth’u mağlup ettiler.

Ent Meclisi Nedir?

Ent Meclisi Nedir?



Entlerin toplantısına verilen isimdir. Ent meclisinde önemli meseleler tartışılırdı. Üçüncü Çağ’ın sonu ile bu toplantılar çok azalmıştır.

Ağaçsakal 3019’da Merry ve Pippin’den olan biteni öğrenince Ent Meclisi’ni topladı. Meclis de özel olarak tartışılan konu Isengard ve Saruman oldu. Saruman gücünü çoğaltmıştı ve ormandan çok fazla ağaç kesmişti.

30 Şubat sabahında Ağaçsakal Merry ve Pippin’i Ent Meclisi’ne getirdi. Ent Meclisi’nden çıkan ilk karar Merry ve Pippin’in ork olmadıkları ve canlı yaratıkların listesine eklenmeleri gerektiği oldu. Daha sonra Ağaçsakal Hobbitleri yere bıraktı ve Entlere Saruman’ı anlatmaya başladı.

Ağaçsakal artık Merry ile Pippin'i kuş gibi omuzuna koymuş yeniden yürümeye başlamıştı; ara sıra yine bir boru sesi çıkartıyor, her seferinde cevaplar daha yakından ve daha kuvvetli geliyordu. Böyle böyle, sonunda aşılmaz bir duvar görünümündeki, yapraklarını dökmeyen koyu renkli ağaçlara, hobbitlerin daha önce hiç görmemiş oldukları cinsten ağaçlara vardılar: Tam köklerinden itibaren dallanıp budaklanıyordu bu ağaçlar, sıkı sıkıya dikensiz çobanpüskülü gibi kara parlak yapraklarla kaplanmışlardı ve üzerlerinde iri, parlak zeytin renkli tomurcuklan olan sert, dik, çiçeksi mahmuzlan vardı.

Sola dönüp bu muazzam engelin kenarından dolanan Ağaçsakal birkaç adımda dar bir geçide vardı. Bu geçitten aşınmış bir yol geçiyor ve aniden uzun, dik bir yamaçtan aşağıya iniyordu. Hobbitler, kara yapraklarını dökmeyen yüksek ağaçlarla çevrili, neredeyse bir kâse gibi yusyuvarlak, çok geniş ve çok derin büyük bir çukura inmekte olduklarını gördüler, içerisi dümdüz ve çimenlerle kaplıydı; çukurun tam dibinde yükselen üç tane uzun ve güzel gümüşsü huş ağacı hariç hiç ağaç yoktu. Bu çukurun içine iki patika daha iniyordu: Biri batıdan, biri doğudan.

Birkaç ent, şimdiden gelmişlerdi bile. Diğer patikalardan daha birçoğu geliyordu, kimisi ise Ağaçsakal'ı izliyordu. Entler yaklaştıkça hobbitler onlara bakmaya başladı. Nasıl (en azından bir yabancı gözünde) bir hobbit bir diğerine benzerse, onlar da aşağı yukarı Ağaçsakal'a benzeyen birkaç yaratık görmeyi umuyorlardı; ama böyle bir şeyle karşılaşmayınca çok şaşırdılar. Nasıl bir ağaç bir ağaçtan farklıysa, entler de birbirlerinden öylesine farklıydı: Kimisi aynı ismi taşıyan ama gelişimi ve geçmişi birbirinden ayrı olan ağaçlar kadar; kimisi farklı ağaç cinsleri kadar, huş ağacının kayından, meşenin çamdan farklı olduğu kadar farklıydı.

Birkaç tane, dinç ama kadim ağaçlar gibi sakallı ve budaklı, daha yaşlı ent vardı (ancak hiçbiri Ağaçsakal kadar yaşlı görünmüyordu); olgun devrelerindeki orman ağaçlan gibi temiz kollu, pürüzsüz 'Berili, uzun, güçlü entler vardı; ama hiç genç ent, hiç fidan yoktu. Toplam iki düzine kadar ent duruyordu çukurluğun geniş çimenlik zemininde, çok daha fazla sayıda ent hâlâ gelmekteydi.

İlk başta Merry ile Pippin gördükleri çeşitlilik karşısında hayrete düşmüşlerdi: O kadar çeşitli şekilden, renkten, gövdelerin kalınlıklarındaki ve yüksekliklerindeki, bacakların ve kolların uzunluklarında ki, (üç ile dokuz arasında değişen) ayak ve el parmaklarının sayılarındaki farklılıktan. Bir iki tanesi Ağaçsakal'la üç aşağı beş yukarı benzerlik gösteriyordu ve kayın veya meşe ağaçlarını hatırlatıyorlardı. Fakat başka çeşitler de vardı, iri yayvan parmaklı elleri ve kısa kalın bacakları olan entler gibi. 

Bazıları dişbudak ağaçlarını hatırlatıyordu: bir sürü parmakları ve uzun bacakları olan, uzun boylu, dik, gri entler; bazıları (en uzun entler) çam ağacına, diğerleri huş ağacına, üveze, ıhlamura benziyorlardı. Fakat entler Ağaçsakal'ın etrafında toplanıp, başlarını belli belirsiz eğip de alçak ezgili sesleriyle mırıldanarak yabancılara uzun uzun dikkatle bakınca hobbitler hepsinin aynı cinsten olduğunu anladı; ayrıca hepsinin gözleri aynıydı: Hepsi Ağaçsakal'ınkiler kadar yaşlı ve derin değildi, ama hepsinde aynı yavaş, sabit, düşünceli ifade ve aynı yeşil alev vardı.

Bütün grup geniş bir halka halinde Ağaçsakal'ın etrafında toplanır toplanmaz, tuhaf ve anlaşılmaz bir konuşmadır başladı. Entler yavaş yavaş mırıldanmaya başladılar: Önce biri katıldı sonra diğeri, ta ki hepsi yükselip alçalan bir ritimle birlikte mırıldanmaya başlayana kadar; mırıltı kâh halkanın bir tarafında daha yüksek sesle çıkıyor, kâh orada alçalarak diğer tarafta patlarcasına yükseliyordu. Entçe olduğunu tahmin ettiği bu dilin hiçbir sözcüğünü yakalayamadığı ve anlayamadığı halde, Pippin ilk önceleri bu sesi dinlemekten hoşlandı; fakat zamanla dikkati dağıldı. 

Uzun bir süre sonra (ve mırıltılar hiç durulma alâmeti göstermeyince) Entçe son derece "acelesiz" bir dil olduğu için, Günaydın demekten öteye gidip gitmediklerini; Ağaçsakal'ın yoklama yapıp yapmayacağını, yaparsa Entçe olarak bütün isimleri söylemenin ne kadar süreceğini merak etmeye başladığını fark etti. "Acaba Entçe evet ve hayır nasıl söylenir," diye düşündü. Esnedi.

Ağaçsakal hemen onu fark etti. "Hm, ha, hey, Pippinciğim!" dedi; diğer bütün entler konuşmalarını yarıda kestiler. "Siz aceleci bir ahalidensiniz, neredeyse unutuyordum bunu; zaten her halükârda anlaşılmayan bir lisanı dinlemek yorucu olur. Aşağıya inebilirsiniz artık, isimlerinizi Entmeclisi'ne bildirdim; onlar da size bakıp birer ork olmadığınız hususunda hemfikir oldular; kadim cetvellerimize yeni mısra ilave edilecek. 

Henüz pek bir şey konuşamadık lâkin bu bile bizim Entmeclisimiz için hızlı sayılır. Merry ile birlikte bu çukurda dolaşabilirsiniz arzu ederseniz. Eğer su içmek isterseniz, o tarafta kuzey kıyısında güzel bir tatlı su kuyusu mevcuttur. Meclis hakiki manada başlamadan evvel söylenmesi lazım gelen bazı sözler var. Gelip size bakar, işlerin nasıl gittiğini bildiririm.

Bir süre sonra Ağaçsakal yanında Bregalad adlı bir entle Hobbitlerin yanına geldi ve Bregalad’ı tanıtıp onların yanında bıraktı. 

Sonunda ent seslerinde bir duraksama oldu; başlarını kaldırınca Ağaçsakal'ın, yanında başka bir ent ile kendilerine doğru gelmekte olduğunu gördüler.

"Hm, hum, işte yine geldim," dedi Ağaçsakal. "Sıkılmaya başladınız mı, yoksa sabırsızlanıyor musunuz, hı, hmm? Eh, korkarım henüz sabırsızlanmamanız lazım, ilk safhayı geçtik; lâkin hâlâ uzaklarda, Isengard'dan uzakta yaşayanlara ve Meclis'ten önce erişemediklerime bazı şeyleri izah etmem lazım; ondan sonra ne yapmamız lazım geldiği hususunda bir karara varacağız. Mamafih, entler ne yapılması lazım geldiği hususunda bir karara varmak için, bütün keyfiyetlerin ve hadiselerin üzerinden tek tek geçerken harcadıkları kadar vakit harcamazlar. 

Yine de burada uzun bir müddet daha kalacağımızı inkâr etmenin bir faydası yok: Büyük bir ihtimalle birkaç gün. Bu sebeple size bir arkadaş getirdim. Arkadaşın yakında bir ent evi var. Elfçe ismi Bregalad. Kararını zaten vermiş olduğunu, Meclis'te kalması için bir sebebin olmadığını söylüyor. Hm, hm, aramızda aceleci sayılabilecek tek kişi odur. İyi anlaşırsınız herhalde. Hoşçakalın!" Ağaçsakal dönerek yanlarından ayrıldı. 
Bregalad bir süre hobbitleri ciddiyet ve vakarla gözleyerek durdu; onlar ise ent ne zaman bir "acelecilik" belirtisi gösterecek diye merakla ona baktılar. Uzun boyluydu ve genç bir ente benziyordu; dudakları al al, saçları ise gri yeşildi. Rüzgârdaki ince bir ağaç gibi, bükülüp sallanabiliyordu. Sonunda konuştu; sesi yankılı olduğu halde Ağaçsakal'ınkinden daha tiz ve daha netti.

"Ha, hmm, dostlarım, haydi bir yürüyüşe çıkalım!" dedi. "Ben Bregalad'ım, sizin lisanınızda bu Tezmertek anlamına gelir. Lâkin bu sadece bir lâkap tabii ki. Bana bu ismi, ihtiyar bir ente daha sorusunu bitirmeden evet, dediğim zaman vermişlerdi. Sonra çok da hızlı su içer, daha bazdan hâlâ sakallarını ıslatırken dışarı çıkarım. Benimle gelin!"
Biçimli kollarını aşağı sarkıtarak hobbitlere uzun parmaklı ellerini uzattı. Bütün o gün boyunca zamanlarını onunla birlikte ormanları dolaşarak, şarkı söyleyip gülerek geçirdiler; çünkü Tezmertek sık sık gülüyordu. Güneş bir bulutun arkasından çıkınca gülüyordu, bir dereye ve ırmağa rast gelince gülüyordu; sonra eğiliyor, ayaklarım ve başını suda ıslatıyordu; bazen ağaçlardan gelen bir sese veya bir fısıltıya gülüyordu. Ne zaman bir üvez ağacı görse kollarını uzatıp şarkı söylüyor ve şarkı söylerken sallanıyordu.
Ent Meclisi üç gün daha devam etti. Merry ve Pippin Entlerin bağırışlarını duyduklar. Entler savaşa karar vermişlerdi ve savaş naralarıyla Isengard’a doğru yola koyuldular.
Bir çatırtı sesiyle çınlayan büyük bir ses duyuldu: gümbe de güm! Ağaçlar sanki ani ve şiddetli bir rüzgâr esmişçesine titreyerek eğildiler. Bir sessizlik daha oldu; sonra heybetli davullar misali bir bando müziği başladı ve gürleyen davul sesleri üzerinde yüksek ve güçlü sesle şarkı söyleyen sesler toplanmaya başladı.

Geliyoruz, davul gümbürtüleriyle geliyoruz: Güm güm de güm güm!
Entler geliyordu: Sarkılan durmadan daha yakından ve daha yüksek duyuluyordu:
Geliyoruz, davullarla zurnalarla geliyoruz: Güm güm de güm güm!

Bregalad hobbitleri alarak iri adımlarla evinden uzaklaştı.

Çok geçmeden yürüyüşe geçmiş yaklaşan sırayı gördüler Entler, iri adımlarla yamaçtan aşağıya onlara doğru sallana sallana geliyorlardı. Başlarında Ağaçsakal vardı, arkasında da onu izleyen elli kadar o takipçisi; ikişer ikişer, elleriyle böğürlerine vurup usul tutarak, uygun adım ilerliyorlardı. Yaklaştıkça gözlerindeki şimşekler ve kıvılcımlar görülmeye başladı.

"Hum, ham! işte sonunda geldik, gümbürdeyerek geldik!" diye seslendi Ağaçsakal, Bregalad ile hobbitleri görür görmez. 

"Gelin, Meclis'e katılın! Gidiyoruz! Isengard'a gidiyoruz!"

"Isengard'a!" diye bağırdı entler bir ağızdan.

"Isengard'a!"

Haydi, Isengard'a! İsterse taştan kapılarla sarılmış, kapatılmış olsun Isengard; istediği kadar sağlam, çetin, taş gibi soğuk, kemik kadar çıplak olsun Isengard, gidiyoruz, gidiyoruz, gidiyoruz savaşa, taşı yarıp kapıyı yıkmaya.
Çünkü gövde ve dal yanıyor, ocak harlanıyor; biz de gidiyoruz savaşa! Kasvet diyarına, kıyametin ayak sesleriyle, davullar çalarak geliyoruz Isengard'a kıyama geliyoruz!
Kıyama geliyoruz, kıyama geliyoruz!

Böyle şarkılar söylediler güneye doğru yürürken.

Gözleri pırıl pırıl parlayan Bregalad, savrularak Ağaçsakal'ın yanında sıraya girdi. Yaşlı ent, hobbitleri kendisi aldı ve yeniden omuzlarına yerleştirdi; böylece şarkı söyleyen grubun önünde kalpleri güm güm atarak ve başlarını dimdik tutarak gururla oturdular. Er geç bir şeylerin olacağını bekledikleri halde enderdeki değişikliğe çok hayret etmişlerdi. Şimdi bu olanlar, uzun süredir bir setin zaptettiği suyun coşup akmasına benziyordu.
"Hakikaten de entler kararlarını çabuk verdiler, öyle değil mi?" demeye cesaret etti Pippin bir süre sonra, şarkılara ara verildiğinde ve sadece eller ile ayakların ritimleri duyulurken.

"Çabuk mu?" dedi Ağaçsakal. "Hum! Evet, elbette. Benim tahmin ettiğimden de çabuk oldu. Hakikaten, uzun asırlar boyudur hiç böyle ayaklandıklarını görmemiştim. Biz entler harekete geçirilmeyi sevmeyiz; ağaçlarımız ve hayatlarımızın büyük bir tehlike içinde olduğunu bariz bir şekilde görmezsek de hiç harekete geçmeyiz. Bu da, Sauron ile Deniz'in insanları arasında yapılan muharebeden beri hiç vuku bulmamıştı. Bu ork işi, ahlaksızlar -rârum- ateşlerini beslemek gibi kötü bir mazeretleri dahi olmaksızın kesiyorlar ağaçları; işte bu bizi çok hiddetlendirdi; bir de bize yardım etmesi gereken komşumuzun hainliği. Arifler'in akıllarının başlarında olması lazım gelirdi: Öyledir de. Ne elflerin, ne entlerin, ne de insanların lisanlarında, bu tür bir hainlik için sarf edile bilecek bir küfür yok. Kahrolsun Saruman!

Akraba Kıyımları

Akraba Kıyımları

Feanor

Elflerin Elfleri katli olarak bilinen bu olay, üç kez gerçekleşmiştir. Bu olayların üçünün gerçekleşmesinin altındaki neden de Feanor’un Yemini ve onun sonuçlarıdır.

Alqualondë’deki Akraba Kıyımı
Bu olay Ağaçların Devri’nde 1495 yılında gerçekleşmiştir. Alqualonde Limanlarında ilk kez, Ölümsüz Topraklarda kan dökülmüş ve Elflerin birbirlerini katli ilk kez yaşanmıştır. Bu olayın Noldor’un kalbine ektiği karanlık asla onları bırakmamıştır.

Feanor, Melkor’un Orta-Dünya’ya kaçtığını öğrenince büyük kafilesini kuzeyden geçiremeyeceğini anladı ve tek yolun gemilerle denizi aşmak olduğunu gördü. Lakin bu kadar büyük bir filoyu inşa etmek hem çok zaman hem de büyük bir emek isterdi, üstelik bu zanaatta beceri gösteren tek bir Noldor bile yoktu. Bu yüzden, Noldor’a daima dostluk etmiş olan Teleri’yi aralarına katılmaları için ikna etmeye karar verdi, çıkardığı isyanla Valinor’un saadetini daha da bozacağını ve Melkor’a açtığı savaşta gücünün böylece artacağını kuruyordu aklında. Bu yüzden telaşla Alqualonde’ye doğru ilerledi ve daha evvel Tirion’da konuşmuş olduğunu gibi seslendi Teleri’ye.


“ Neden, ey Noldor’un halkı! Neden bizi ve hatta kendi ülkesini bile düşmandan koruyamayan garezli Valar’a hizmet etmeliymişiz? Hem, şimdi düşmanları olan, onlarla aynı soydan gelmiyor mu? Bundan böyle intikam saatidir benim için, ama öyle olmasaydı da babamın katilinin ve hazinemin hırsızının sülalesiyle aynı topraklar üzerinde yaşayamazdım. Zaten bu yiğit halkın tek yiğidi de ben değilim. Hepiniz birden Kralınızı kaybetmediniz mi? Dağlarla deniz arasındaki bu daracık topraklarda hapsolmuşken, kaybetmediğiniz ne kaldı geride?

Bir vakitler buralarda, Valar’ın Orta-Dünya’ya çok gördüğü ışık parıldıyordu, oysa artık karanlık her şeyi örtmüş vaziyette. Nankör denize beyhude yaşlar döken, sisler altında kalıp gölgelere boğulmuş bir halk olup, elimiz kolumuz bağlı yas mı tutacağız ebediyen? Yoksa kalkıp dönecek miyiz yurdumuza? Özgür bir halkın gezinip dolaşabileceği Cuivienen’de, apaçık gökyüzündeki yıldızların altında tatlı tatlı akıyor sular ve geniş topraklar yayılıyor alabildiğine. Orada duruyorlar hala; bir çılgınlığa kapılıp terk ettiğimiz her şey bekliyor bizi. Kalkın gidelim! Bırakalım bu şehir ödleklerin olsun!”

Uzun uzun konuşmuştu böyle…

Ama Feanor’un söyleyebileceği hiçbir şey onları harekete geçirmiyordu. Akrabaları olan halkın ve kadim dostlarının gidişi gerçekten kederle doldurmuştu yüreklerini, fakat onlara yardım etmek yerine, onları bu yaptıklarından vazgeçirmek isterlerdi, üstelik Valar’ın hükmüne karşı çıkarak onlara gemilerini ödünç vermeye de, yapımına yardım etmeye de niyetleri yoktu. Teleri’ye gelince, ne Eldamar kıyılarından başka bir yurt, ne de Alqualonde Prensi Olwe’den başka efendiyi arzuluyorlardı. Olwe ise, bir an olsun Melkor’a kulak vermemiş, buyur etmemişti topraklarına. Hala Ulmo ile Valar içinde kudretli olanlarının Melkor’un yarattığı acılara çare bulacaklarına ve her gecenin bir sabahı olduğuna inanıyordu.

İşte o anda, gecikmekten korkan Feanor büyük bir öfkeye kapıldı ve hararetli bir tartışmaya girdi Olwe ile. 

“Tam da ihtiyaç duyduğumuz anda dostluğumuzu tanımaz oldun. Ama siz korkan zavallılari elleriniz neredeyse bomboş bir halde sonunda bu kıyılara çıktığınızda bizim size sunduğumuz yardımdan pek memnun olmuştunuz. Noldor limanınızı yapıp da duvarlarınıza emek dökmeselerdi, hala kumsaldaki kulübelerde oturuyor olurdunuz.”

“Dostluğunuzu reddettiğimiz yok bizim. Lakin bir dostu çılgınlığından ötürü azarlamak da bir dostun ödevidir. Ve Noldor bize kucak açıp da yardımlarını sunduklarında başka türlü konuşmuştun sen: Aman topraklarında sonsuza dek yaşayacaktık birlikte, evleri yan yana dizili kardeşler olarak. Ama beyaz gemilerimize gelince: Onları bize siz vermediniz. Bu zanaatı Noldor’dan değil, Denizlerin Efendilerinden öğrendik; gemilerimizin beyaz gövdelerini ellerimizle işledik, beyaz yelkenlerimizi ise eşlerimiz ve kızlarımız elleriyle dokudular. Bu yüzden hiçbir yol ya da hiçbir dostluk için onları vermeyiz de, satmayız da. Çünkü bak, sana söylüyorum Finwe’nin oğlu Feanor, mücevherler Noldor için ne demekse, bizim gözümüzde bu gemilerin yeri aynıdır: Kalplerimizin mahsulüdür onlar, yeniden yapamayız yani onların benzerlerini.”

Feanor, Olwe’nin cevabını dinledikten sonra, halkı toplanana kadar Alqualonde sınırlarının ötesinde karanlık düşüncelere dalarak oturdu. Gücünün yeterli olduğuna kanaat getirince, Kuğuların Limanı’na gitti ve orada demirlenmiş duran gemilere adamlarını gönderip zorla onları karadan uzaklaştırmaya başladı. Fakat Teleri karşı koydular ve pek çok Noldor’u denize döktüler. Ardından kılıçlar çekildi ve gemilerin güvertelerinde ve limanın ışıklarla aydınlatılmış rıhtımları ve payandalarında ve hatta yüksen girişin kemerinin üzerinde bile şiddetli bir savaş yapıldı. Teleri, Feanor’un halkını üç kez püskürttü ve her iki tarafta çok büyük kayıp verdi, ama Noldor’un öncü kolunun imdadına Fingolfin’in öncü topluluğu ile Fingon yetişti. ( Fingolfin isteksizde olsa, halkın çoğu gitmek istediğinden ve Feanor’a sadakat yemin ettiği için onu izledi. Onun önderlik ettiği topluluk daha kalabalıktı. Bu yolculukta Fingolfin’in oğulları Fingon, Turgon ve kızı Aradhel de vardı. Fingolfin’in kardeşi Finarfin isteksizce de olsa oda geldi ve oğulları Finrod, Orodreth, Angrod, Aegnor ve kızı Galadriel de katıldı.) Bir çarpışmanın gerçekleştiğini ve akrabalarının yenildiğini görüp, kargaşanın nedenini falan öğrenmeden öne atıldılar; bazıları ise Teleri’nin, Valar’ın emri üzerine, Noldor’un yolunu kesmeye çabaladıklarını düşünmüşlerdi. Tüm Noldor savaşa katılmıştı, lakin Olwe’nin kızı Earwen, Finarfin’in karısıydı ve Finarfin tüm olanlardan büyük keder duymuştu. Onun çocukları savaşa katılmadılar ve hatta denir ki Galadriel Teleri’ye yardım etmiştir.

Sonunda Teleri yenilgiye uğratıldı ve Alqualonde’de yaşayan denizcilerin büyük bölümü haince katledildi. Çünkü hem Noldor halkı öfkeye ve umutsuzluğa kapılmış, hem de büyük çoğunluğu incecik yaylardan başka bir şey taşımayan Teleri halkı güçsüz kalmışlardı. Çatışmadan sonra Noldor gemileri alıp uzaklaştılar ve küreklerini becerebildiklerince yerleştirip kıyı boyundan kuzeye kürek çektiler. Olwe ise, Ulmo’nun hizmetkârı Kıyıların Efendisi Osse’yi yardıma çağırdı, fakat Osse gelmedi, çünkü Valar, Noldor’un kaçışının kaba güçle engellenmesine izin vermemişlerdi. Fakat Uinen(Ulmo’nun bir başka hizmetkârı Maia, Osse’nin eşi) Teleri denizcileri için gözyaşı döktü ve deniz katillerin karşısında öyle bir kabardı ki gemilerin pek çoğu harap oldu ve içlerindekilerde boğuldu. Lakin her şeye rağmen Noldor’un büyük kısmı kaçtı ve fırtına dindiği zaman bazıları gemilerle bazıları da karadan devam ettiler. Fakat onlar ilerledikçe yol daha da uzuyor, daha da korkunçlaşıyordu. Hadsiz hesapsız karanlık içinde uzunca bir süre yürüdükten sonra, soğuk ve dağlık Araman çöllerinden geçip nihayet Korunaklı Ülke’nin kuzey sınırına vardılar. Burada aniden, bir kayanın üzerine dikilmiş duran ve aşağıdaki sahile doğru bakan bir karaltı gördüler. Bazıları bunun, Manwe’nin gönderdiği sıradan bir haberci değil Mandos’un ta kendisi olduğunu söyler(Çok büyük ihtimal Mandos’tur). Neyse, Noldro yüksek bir ses duydular, yüksek olduğu kadar etkileyici ve ürkütücü bir ses; onlara durup dinlemelerini emrediyordu. Ardından hepsi taş kesildiler ve Noldor halkı bir baştan öbür başa dek, hep birlikte, Kuzey’in Kehaneti ve Noldor’un Hükmü diye anılan laneti ve kehaneti bildiren bu sesi duydu. Söylenenlerin pek çoğu, Noldor’un başlarına gelene dek anlamadıkları acıları, karanlık bir dille haber veriyordu; ne kalabilecek, ne Valar’ın affını yahut hükmünü isteyebileceklerdi; anladıkları kadarıyla lanet buydu. 
“Sayısız gözyaşı dökeceksiniz ve Valar size karşı öyle bir duvar örecek ve sizi öyle bir dışarıda bırakacak ki, ağıtlarınızın yankısı bile aşamayacak dağların üzerinden. Batıdan doğunun en uç noktasına dek, Valar’ın gazabı Feanor Hanedanı’nın üzerine çökecek ve onların takipçisi olan herkes de uğrayacak bu akıbete. Ettikleri Yemin önüne katacak onları ve yanlış yola sürükleyecek ve onları daima peşinden gitmeye ant içtikleri hazinelerinden ayrı koyacak. İyi başlayan her şey felakete dönüşecek ve akrabanın akrabaya ihaneti ve ihanet korkusu yol açacak tüm bunlara. Bundan böyle ebediyen Yoksun Bırakılanlar olacaklar.

Kendi soyunuzdan gelenlerin kanını haksızca döküp Aman topraklarını lekelediniz. Kanın karşılında kan verecekseniz ve Aman’ın ötesinde Ölüm’ün gölgesine yerleşeceksiniz. Eru kaderinize Ea’da ölmeyi yazmadıysa ve hiçbir hastalık kılınıza bile dokunamasa da, katledilerek alınabilir canınız ve canınız katledilerek alınacaktır: Silahla, azapla yahut da kederle; sonra da yersiz yurtsuz ruhlarınız Mandos’a gelecek. Uzun bir müddet kalacaksınız orada ve bedenlerinizin hasretini çekeceksiniz ve katlettiğiniz bütün o canlar sizin adınıza yalvarsalar da pek az merhamet göreceksiniz. Ve dünya büyük bir yüke dönüşerek, Orta-Dünya’da kalıp Mandos’a dönmeyenleri bezdirecek ve bunlar tükendikçe tükenecekler ve artlarından gelen genç ırkın önünde pişmanlık gölgeleri olacaklar. Valar konuştu!”

Pek çoğu korku ile sinse de, Feanor kalbini daha da katılaştırdı ve şöyle söyledi:
“Biz yemin ettik ve basit bir yemin değildi bu. Bu yemine sadık kalınacak. Pek çok kötülüğün ve bir o kadar da ihanetin tehdidiyle yüzleştik, ama söylenmeyen tek şey kaldı bize: Korkaklıktan, namertlerden veya namertlerin korkusundan zarar gelmeyecek bize. Bu yüzden diyorum ki, biz yolumuza devam edeceğiz ve şu hükmü de ben ekliyorum: Yapacağımız her şey, Arda’nın son günlerine kadar şarkılara konu olacak.”
O anda Finarfin içinde keder ve Feanor’a öfkeyle geri döndü ve pek çok kişi de onu izledi. Valinor’a dönene dek acı içinde yürüdüler.

İşte böyle oldu ilk Akraba Kıyımı. 



Feanor ve Oğulları


İkinci Akraba Kıyımı
Beren ve Luthien’in oğlu Dior, Nauglamir’i(Silmaril eklenmiş cüce mücevheri) taktığında, denir ki dünyanın çocuklarının Eldar’ın, Edain’in ve Kutlu Diyar’ın Maiar’ının en güzeli oluvermişti. Böylece Elfler arasında Thingol’un varisi Dior’un Mücevheri taktığı söylentisi hızla yayıldı ve Elfler arasında şu sözler yankılandı: 
“Feanor’un Silmarillerinden biri yeniden Doriath Ormanı’nda yanıyor.”

Böylece Feanor’un oğıllarının yemini uykusundan uyamış oldu. Luthien onu taktığı sürece kimse ona saldırmaya cüret edememişti. Ama Feanor’un yedi oğlu toplanıp, hakları olanı istediklerini bildirdiler. Lakin Dior buna cevap vermedi.

Bunun üzerine Celegorm kardeşlerini, Doriath üzerine bir saldırıya geçirmeye ikna etti. Kışın ortasında Birinci Çağın 506-507 yılları arasında saldırya geçti. Menegroth’ta Dior ile savaştılar ve böylece Elflerin Elfleri katli ikinci kez yaşandı. Bu savaşta Celegorm, Dior’un elinden öldü. Curufin ile Caranthir de öldü. Lakin Dior ile eşi Nimloth da hayatta kalamadılar. Celegorm’un adamları Dior’un genç oğullarını yakalayıp ormanda ölüme terk ettiler. Maedhros bundan pişman olsa da onları bulamadı.

Doriath böylece yıkıldı ve bir daha asla yükselemedi. Lakin Feanor’un oğulları da aradıklarını bulamadılar. Çünkü halktan geri kalan birkaç kişi Dior’un kızı Elwing ile birlikte Silmaril’i de alıp Sirion Deltalarına sığındılar.

Üçüncü Akraba Kıyımı
Elwing’in hayatta olduğu ve Silmaril’in sahibi olarak Sirion Deltalarında yaşadığı haberi ilk olarak Maedhros’un kulağına geldiğinde, Doriath’taki yaptıklarından pişman olduğu için hiçbir şey yapmadan bekledi. Ama zaman geçtikçe, yeminleri onu sıkıştırmaya başladı ve içlerini kemirmeye başladı. Kardeşler toplanıp, limanlara dostluk mesajları içinde, sert taleplerini de ilettiler. 

Elwing(Earendil’in Karısı) ve Sirion Halkı, yapılan onca kötülükten sonra ve efendileri Earendil dönmeden Silmaril’i verecek değillerdi. Ayrıca Silmaril’in onları, evlerini ve gemilerini kutsadığını ve onlara şifa verdiğini düşünüyorlardı. Böylece Elflerin Elfleri katlettiği en son ve en korkunç olay meydana geldi. Bu, lanetlenmiş yeminin yol açtığı hataların üçüncüsüydü.

Feanor’un hala hayatta olan oğulları, Gondolin sürgünlerine ve Doriath halkından geriye kalanlara aniden saldırıp onları yok ettiler. Bu muharebe de kendi halklarından birkaç kişi kenarda durdu, çok azı da isyan etti ve bunlar da kendi efendilerine karşı gelip Elwing’e yardım ettikleri için katledildiler. Sonunda Maedros ve Maglor galip geldiler. Kardeşleri Amrod, Amras ölmüştü. Cirdan ile Gil-Galad yardıma gelselerde, geç kalmışlardı. Elwing ve oğulları Elrond ile Elros ortalarda yoktu. Elwing kendini denize atmış Ulmo’nun lütuf ile bir kuş şeklinde boynunda Silmarille Earendil’i aramaya gitmişti. Maglor Elrond ile Elros’a kıyamamış onları çok sevmişti. Onları yanında koydu ve baktı.



Böylece Feanor’un oğulları yine amacına ulaşamamış ve bu kötü olayların sonuncusu da bitmiş oldu.